Değerli Okuyucular, YENİ TÜRKİYE, "Avrupa Birliği Özel Sayısı" ile gene emsalsiz bir eseri ortaya koymanın haklı gururunu yaşıyor. Bu sayımız, kırk yıllık "kara sevdamız" hakkında gerçekleştirilmiş en kapsamlı ve önemli çalışma oldu. AB'den sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mesut Yılmaz Yeni Türkiye için yazdığı makalesinde, "Avrupa Birliği'ne uyum çalışmalarının sonuçlandırılması, diğer bir deyişle Kopenhag Kriterleri'ne uyum, sadece kamu kurum ve kuruluşlarımızın çabalarıyla yerine getirilebilecek bir husus değildir (...) Toplumumuzun tüm kesimlerinin aktif katkısına ihtiyaç vardır" diyor. Biz bu çağrıya uyarak Avrupa Birliği Özel Sayısı'nı yayınlıyoruz. Bu eserde, siyaset adamları, yöneticiler, bilim adamları ve uzmanların hazırladıkları orijinal 184 makale, inceleme ve araştırma ile AB ve Türkiye konusu her yönden ele alınmıştır. Yazdıkları birbirinden değerli makaleleri için Sayın Başbakan'a, Sayın Bakanlara, Siyasî Partilerin Sayın Genel Başkanlarına, Sayın Milletvekillerine; Avrupa Birliği ile yakından ilgili Sayın Müsteşarlara, Sayın Genel Müdürlere ve diğer Sayın Yöneticilere; Sayın İşçi ve İşveren Temsilcilerine; değerli Bilim adamlarına ve Uzmanlara teşekkürü borç biliyoruz. Yeni Türkiye'nin Avrupa Birliği Özel Sayısı, 2 ciltlik, 1650 sayfalık dev bir çalışmadan meydana geliyor. Eser hazırlanırken Türkiye-AB ilişkileri konusunda daha önce yapılmış bütün çalışmalar, yayınlar ve komisyon raporları gözden geçirilmiştir. Eserin içerisinde, "AB Müktesebatı Başlıkları" altında düzenlenen 31 madde en geniş şekilde eksiksiz olarak incelenmiştir. Beş ana bölüm çerçevesinde hazırlanan eserde, önce bir Genel Değerlendirme yapılmış, daha sonra Yapısal Uyum Değerlendirmesi, Siyasî Değerlendirme, Sosyal ve Kültürel Değerlendirme, Ekonomik ve Malî Değerlendirme ana bölümleri yer almıştır. "Avrupa Birleşik Devletleri" hayali, yaklaşık iki yüz yıllık bir hayaldir. Victor Hugo, 1869'da Paris'te yaptığı barış konuşmalarında bu deyimi kullanmıştır. Ancak, Avrupa'nın bütünleşme ihtiyacını duyması, uzun yıllar devam eden savaşlardan, özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra zaruret haline gelmeye başlamıştır. 1949'da NATO'nun oluşumundan sonra, AB'nin ilk adımı kabul edilen "Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu" (AKÇT) 1951'de Paris'te teşkil edilmiş ve 1957'de 6'ların iştiraki ile Roma Antlaşması yapılarak "Avrupa Ekonomik Topluluğu" (AET) kurulmuştur. Daha sonra üye sayısı arttırılarak önce 9'a, sonra 12'ye ve 15'e çıkarılmıştır. Başlangıçta sadece ekonomik bir entegrasyon şeklinde isimlendirilen AET, önce Avrupa Topluluğu (AT), sonra da Avrupa Birliği (AB) haline getirilmiştir. AB'nin gelişiminde önemli bazı tarihler, 1987 Tek Avrupa Senedi, ekonomik ve parasal birliğin şartlarının tesbit edildiği 1991 Maastricht ve siyasî, ekonomik kriterler ile müktesebata uyumun düzenlendiği 1993 Kopenhag Zirveleri olarak sayılabilir. Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası ise 41 yıl öncesine dayanır. Türkiye, merhum Menderes'in başbakanlığı zamanında Roma Antlaşması'ndan hemen sonra 31 Temmuz 1959 tarihinde AET'ye -o zamanki tabiriyle "Müşterek Pazar"a- müracaat etmiş ve 12 Eylül 1963 tarihinde AET ile aramızda Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Türkiye'nin kırk yılı aşan bu çilesinde diğer önemli tarihler; 1970'de "Katma Protokol"un imzalanması, 1987'de AT'ye tam üyelik başvurusunun yapılması, 1995'de Gümrük Birliği Anlaşması ve 1999'daki Helsinki Zirvesi olmuştur. İçinde yaşadığımız günler, 8 Kasım 2000 tarihinde "Katılım Ortaklığı Belgesi"nin açıklanması ve buna göre yıl sonuna kadar "Ulusal Program"ın hazırlanarak tam üyelik müzakerelerinin başlatılması, AB-Türkiye ilişkileri çerçevesinde en kritik dönemi meydana getirmektedir. Eğer 2001 yılı içerisinde tam üyelik müzakereleri başlatılmazsa, Türkiye treni kaçırabilecek ve AB'ye girmesi imkânsız hale gelecektir. Bunun için Türkiye'nin önümüzdeki ayları çok iyi değerlendirmesi gerekmektedir. AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlayabilmesi için Kıbrıs ile Türk-Yunan sorunlarında çözüme gidişin ve özellikle Kopenhag siyasî kriterlerinin gerçekleştirilmesi gerekir. Halbuki Aralık 1999'da toplanan Kopenhag Zirvesi'nden bu yana geçen son bir yıl içerisinde Kopenhag kriterleri konusunda hiçbir ciddi adım atılabilmiş değildir. Aksine, 28 Şubat anti demokratik dayatmasının kalıcı bir rejime dönüştürülerek sertleşmesi eğilimleri müşahade edilmektedir. Eğer önümüzdeki günlerde TBMM ve Hükûmet, anti demokratik müdahalelerin tesirinden kurtularak bir dizi demokratikleşme tedbirini yürürlüğe koyamazsa, Türkiye'nin AB macerasını ister istemez noktalayacağı anlaşılmaktadır. Son on yılda yerinde sayan, hattâ demokrasi, hukuk devleti, insan hakları ve kişi başına düşen GSMH bakımlarından gerileyen Türkiye'nin, ayağı yerden kesik yöneticilerinin irrasyonel peşin hükümlerle irtica paranoyası ile uğraşmayı, başörtülü kız kovalamayı bırakıp bir an önce kaçırmakta olduğumuz AB trenini yakalamaya çalışmaları gerekir. Yargıtay Başkanı Sayın Sami Selçuk diyor ki: "Avrupa Birliği, değişmezlerini ortaya koymuştur. Yanılmayalım ve kuruntularla avunmayalım. AB kendini değiştirmeyecek. Kendini a'dan z'ye yeniden yapılanarak değiştirecek olan Türkiye'dir. Bu büyük bir dönüşüm tasarımıdır (...) Çoğulcu, özgür ve demokrat ama barış içinde bütünleşmiş bir Avrupa, bugün dokunabileceğimiz kadar bize yakındır." Öyle ise biz de dokunalım... İnsanımızdan, milletimizden korkmayalım ve gereken tedbirleri alalım. Unutmayalım ki, eğer gecikerek bu son fırsatı değerlendiremezsek her bakımdan geri kalırız ve tarih önünde sorumlu oluruz. Avrupa'ya doğru iki asırlık yürüyüşümüzün insanımıza ve milletimize hayırlı olacak şekilde nihayete ermesini diliyoruz. Selâm, sevgi ve saygılarımızla. Güler EREN
|