Bu cilt, Göktürklerle başlayıp Türklerin İslam dinine girişine kadar geniş bir dönemi kapsamaktadır. Tarihin bu erken döneminde Göktürkler, diktikleri devlet yazıtlarıyla (Bengü Taş) Türk tarihine damgalarını vurmuşlardır. Daha da önemlisi, Göktürkler, büyük Hun Devletinin çökmesinden ve dağılmasından sonra yaşanan belirsizlik ve kargaşa ortamına son vererek, Türk soyunda olan ve Türkçe konuşan toplulukları bir bayrak altında toplamayı başarmışlardır. Hunların neslinden olduklarını devlet teşkilâtı, idarî yapı, inançları ve türeyiş destanı gibi bir çok belirgin özellikleriyle kitabelere dökerek belgeleyen Göktürkler, Türk tarihinde devamlılığı da sağlamışlardır. Üstelik bu devamlılık sadece Türeyiş Destanında Hunlarla bağlantı kurulmasıyla geriye dönük değil, bıraktıkları yazılı kültür sayesinde ileriye dönük de olmuştur. Orhun kitabeleri adeta devletin resmi belgeleri olarak, bütün Orta Asya’yı muhtelif yönleriyle gözler önüne sermekte, kendilerinden sonra kuzeye, güneye ve batıya göç eden Türk boylarının kimlik ve eylemlerinin kolaylıkla izlenmesine ve anlaşılmasına imkan sağlamaktadır. Nitekim mevcut araştırmalara göre, bugünkü Türk dünyasının ortak tarihi Hun-Göktürk-Uygur çizgisinde düğümlenmektedir. Buradan üç kol çıkmıştır; Oğuz-Türkmen grubu orta koldan batı yönünde ilerleyerek Türkiye Cumhuriyeti ile son bulan bir çok devlet kurmuştur; Kazak, Kırgız, Özbek ve Doğu Türkistan grubu Orta Asya coğrafyasında, Türklerin ata yurdunda kalmışlar ve varlıklarını günümüze kadar korumayı başarmışlardır; üçüncü grupta olan Tatar, Başkurd, Avar, Kıpçak ve Bulgarlar ise Karadeniz’in kuzeyinde etkili olarak doğu Avrupa siyasi coğrafyasının şekillenmesinde önemli bir rol oynamışlardır.
Bu itibarla elinizdeki cildin Göktürklerle başlaması anlamlı bir tercih olarak tarafımızdan benimsenmiştir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Göktürk adıyla bir devletin kurulması ve bu devletin dönemlerine ışık tutacak yazılı yerli kaynaklar bırakması, Türk kültürünün seviye bakımından ne kadar yüksek olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu bölümde ele alınan yazıların da ortaya koyduğu gibi, Göktürkler hem Türk adını silinmez bir şekilde tarihe kaydetmişler hem de İslamiyet öncesi Türklerin siyasî, idarî, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatlarına dair önemli bilgilerin günümüze taşınmasına aracılık etmişlerdir. Göktürkler sayesinde Türk tarihi kesin olarak bir derinlik ve süreklilik kazanmıştır. İki asır sonunda devletlerinin ortadan kalkması ve yerlerine Uygurların geçmesi onların önemini asla azaltmamıştır. Çünkü, Göktürklerin tarihteki rolleri ve etkileri, zannedildiği gibi Orta Asya ile sınırlı kalmamıştır. Bilhassa VII. Yüzyılda Ortadoğu ve Karadeniz bozkırlarının siyasî coğrafyasının oluşmasında Göktürkler hiç de azımsanamayacak bir rol oynamışlardır. Bizans-Sasanî savaşlarında Bizans İmparatoru Heraklius ile birlikte hareket eden Göktürkler, Bizans’ı destekleyerek Sasanî İmparatorluğunun zayıflatılmasında ve çok geçmeden İslam orduları tarafından yıkılmasında (642) önemli rol oynamışlardır.
Öte yandan Göktürklerin bu politikası, Kırgız, Karluk, Türgiş, Tatar, Hazar, Bulgar ve Kumanlar gibi Türk boylarının istikamet ve dikkatlerini batı bölgelerine çekmiştir. Dolayısıyla Göktürk dış siyasetinin, sonraki dönemlerdeki en önemli etkisinin Türklerin Karadeniz bozkırlarından batıya, Gürcistan ve Hazar’ın güneyinden Ortadoğu ve Anadolu’ya yönelmelerinde yön belirleyici ve ufuk açıcı olduğunu görüyoruz. Gerçekten de bu yüzyıllarda hareketlerini izlediğimiz bu boylar, kısa denebilecek bir zamanda bozkırlara ve ötesine yerleşmişler ve hatta Gürcistan’a hakim olmuşlardır. Bu nedenle Göktürklerden sonra söz konusu Türk boylarının incelenmesi doğru bir seçim olarak tarafımızdan değerlendirilmiştir.
Göktürklerden sonra Türk anayurduna hakim olan ve pek çok yönüyle ele alınan Uygurlar da tarihimiz açısından ayrı bir önemi haizdir. Orta Asya’nın bu tüccar ve yerleşiklik bakımından en ileri devleti, Türk tarihinin savaş ve istiladan ibaret olmadığını göstermek bakımından ayrı bir yere sahiptir. Gerçekten de Uygur Türk Devleti, teşkilâtlı devlet, yerleşik kültür, uluslararası ticaret ve kültür hayatındaki etkinlikleriyle her zaman ön planda olmuşlardır. Yazarlarımızın Uygurlar hakkında yaptıkları tespitler, bu devletin doğu ile batı dünyası arasında bir ticaret ve kültür köprüsü olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Öte yandan Uygurlar bıraktıkları yazıtlar ve ticaret belgeleri bakımından Türk tarihinin yüz akıdırlar.
Bu cildin üçüncü bölümünde ele alınan Oğuzlar, hem Göktürk ve Uygurların hem de Türk boylarını batıya taşıyan ve yurt edinmelerini sağlayan boylar birliğinin ana unsurunu oluşturmaktadırlar. Orta-Asya Türk Devletleri ile Karadeniz bozkırları üzerinden doğu Avrupa’ya açılan boylar arasında bağlantı kurmak editörlerin temel gayelerinden birisi olmuştur. Bu sebeple kitabımızda Oğuzların İslam öncesi tarihteki varlıkları, Uygurlardan hemen sonra ele alınarak kuzey-batı ve güney-batı yönünde hareket eden Türk boyları arasında devamlık sağlanması amaçlanmıştır.
Bu yerleşim, bilim dünyasındaki önemli bulduğumuz bir yanılgıyı bertaraf etmeyi de amaçlamaktadır. Bilindiği gibi, VI. Yüzyıl başlarından itibaren Karadeniz’in kuzeyinden doğu Avrupa’ya sarkan Türk boyları köken olarak tartışma konusu yapılmaktadır. Burada, bu boylar tek tek tanıtılarak göç öncesi durumları ortaya konulmaktadır. Bazı batılı tarihçilerin göçebe ve “barbar” olarak niteledikleri bu kavimlerin, kendilerine yakıştırılan bu sıfatı hiç de hak etmedikleri, boy teşkilâtları, şehirleri ve siyasî kimlikleri hakkında bu bölümdeki bilgiler ışığında kesin olarak ortaya konulmaktadır. Böylece doğu Avrupa’ya yerleşen Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler, Kumanlar ve diğer Türk boylarının devletler kuran bir medeniyete mensup oldukları anlaşılmaktadır. En azından şu hususu tespit etmeliyiz ki, bu Türk boyları hâkimiyet kurdukları coğrafyada, kültür ve medeniyet olarak çok daha ileridedirler. Dolayısıyla Kuman, Kıpçak, Bulgar gibi boyları “barbar” olarak adlandırmak bilimsel açıdan doğru olmasa gerektir. Çünkü bunlar, ancak doğu Avrupa tarihinin yazılmasına kaynaklık eden Latin-Cermen dünyasına göre bu şekilde tavsif edilebilir. İlgili bölümün yazıları da bu duruma işaret etmekte ve sözü geçen kavimlerin Avrupa tarihindeki rollerini açıklığa kavuşturmaktadırlar.
Burada hemen belirtelim ki, Orta Asya ile Orta Avrupa arasındaki muazzam fizikî mesafe farkı, kültür bakımından Göktürkler ile Bulgar Türkleri arasında pek fazla görülmemektedir. Fakat, içine girdikleri yeni medeniyet çevresinde eriyerek, millî kimliklerini ve kültürlerini yitiren Türk toplulukları için bu kültürel bütünlük, bir süre sonra tamamen ortadan kalkmıştır. Bu yüzden, bazen bu toplulukların kökenleri ve kimlikleri yersiz tartışmalara yol açmıştır. Halbuki, tarihin akışı hep bu yönde olmamıştır. Özellikle, İran üzerinden Anadolu’ya göç eden Türkler, bu ülkede arka arkaya kurdukları devletler ile, hem siyasî, hem de kültürel varlıklarını günümüze kadar korumayı ve devam ettirmeyi başarmışlardır. Bu başarı, sadece siyasî ve askerî üstünlükle değil, aynı zamanda yasalara ve törelere göre iyi işleyen teşkilâtlar sâyesinde mümkün olabilmiştir. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, Türklerin yeni coğrafyalarda siyasî ve kültürel varlıklarının devamında, güçlü ordularının ve teşkilâtlarının başlıca rolü bulunmaktadır. Türk devletlerinde ordular ve teşkilâtlar zayıflamaya başlayınca da, dağılmalar ve çöküşler başlamıştır.
Bilindiği gibi, Türklerde, siyasî teşkilâtlanma ordunun temeli, büyük Hun hükümdarı Mete’nin (Mao-tun: M.Ö. 209-174) askeri ve idarî teşkilât ile Oğuz Kağanın boy teşkilâtına dayanmaktadır. Bu teşkilât, esâs itibarıyla Göktürkler, Uygurlar ve Oğuzların kurdukları devletlerde devam ederek, günümüze kadar gelmiştir.
|