Osmanlı Beyliğinin kısa bir zamanda kendisinden kat kat güçlü Türk beylikleri arasından sıyrılıp, bir cihan imparatorluğu haline gelmesi elbette sırf askerî başarılar ile açıklanamaz. Osmanlı Beyliğinin bu hızlı yükselişinin, sistemli bir fetih siyasetine ve bunu mümkün kılan idarî, askerî, hukukî ve ekonomik alt yapıya bağlı olduğu bugün artık tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Eski bir atasözünde de ifade edildiği gibi “ülkeleri at üzerinde fethetmek mümkündür, ancak yönetmek mümkün değildir”. Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’den itibaren Osmanlı Sultanlarının bu sözün şuurunda oldukları, kurdukları sağlam devlet teşkilâtı ile kendisini göstermektedir. Osmanlı kronikleri nakletmektedir ki, ilk Osmanlı sultanları Moğolların ve diğer pek çok Türk devletinin kısa ömürlü olmasını, “bey” olan kişinin diğer aşiret beyleri arasında güçlü bir konumda olmamasına bağlamışlardır. Bu yüzden Osman Bey öncelikle devletteki konumunu “eşitler arasında birinci” olmaktan çıkarmaya çalışmıştır. Bu ise Türk devletlerinde ağırlık teşkil eden törenin yanına, mutlak bir devlet başkanlığı otoritesini mümkün kılan İslâm hukukunun konulması ile olabilirdi. Bilindiği gibi kuruluşu izleyen ilk elli yılda Osmanlı sultanları kademe kademe bunu gerçekleştirmeyi başarmışlardır.
İmparatorluğun, “Klâsik” çağlarında, dönemin ihtiyaçları ışığında İslam hukukunu en iyi şekilde yorumlayıp, tatbik ederek İslam dünyasında haklı bir şöhret edindiği bilinen bir gerçektir Bu başarının ardında ise Osmanlı sultanlarının İslâm hukukunun ayrıntılı olarak düzenlemediği veya düzenlenmesini devlet başkanlarına havale ettiği alanlarda gerçekleştirdikleri örfî düzenlemelerinin büyük payı vardır. Fatih’in temellerini attığı ve diğer alanlarda olduğu gibi Kanunî Sultan Süleyman’ın zirveye taşıdığı bu kanunlaştırma faaliyeti altı asırlık Osmanlı uygulamasının kendine özgü bir hukukî yapı ortaya koyduğunu göstermektedir. Osmanlı mozaiğini uzun süre bir arada tutan asıl faktörün bu güçlü ve dönemine göre ileri hukuk sistemi olduğu söylenebilir. İlk bölümdeki yazılar bu özelliği ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır.
Bu ciltte ele alınan Osmanlı askerî teşkilâtı da, beyliğin mucizevî yükselişinde aynı derecede önemli bir paya sahiptir. Osmanlılar, aşiret kuvvetlerine destek olarak kurdukları düzenli orduları ve izledikleri sistemli fetih siyasetleri sayesinde, tarihin en uzun ömürlü İmparatorluklarından birisini kurmayı başarmışlardır. Şu hususu vurgulamalıyız ki, Osmanlı ordusunun disiplinli ve profesyonel olması, Orhan Bey zamanında sultana bağlı ve onun otoritesini diğer aşiret beylerinin üzerine çıkaran bir kul sisteminin kurulmasından kaynaklanmaktadır. Sayısı sınırlı da olsa, kaynağı Hıristiyan ailelerden devşirilen çocuklara dayanan Osmanlı yeniçeri ordusu, Osmanlı Sultanının otoritesini sarsılmaz ve mutlak hale getirmiştir. Bu sayede Osmanlı sultanları, diğer Türk devletlerinin yaşadıkları boylar arası çatışmalara ve aile fertleri arasında şiddetli ve ailenin parçalanması ile sona erecek boyutlarda saltanat kavgalarına maruz kalmamışlardır. Ancak belirtmek gerekir ki, ilk Osmanlı fetihlerini gerçekleştirenler yeniçeriler değil, kuruluş döneminde aşiretlerin içindeki Türklerden oluşturulan yaya ve müsellemlerdir. İznik, Bursa ve İzmit’in alınması gibi ilk önemli fetihler onların eseridir. Osmanlı Devleti’nin asıl savaş gücünü, eyalet kuvvetleri olarak adlandırılmış timarlı sipahi, yaya, müsellem, yürük, cerehor, canbaz, akıncı, deli, azeb, gönüllü ve beşli gibi birlikler oluşturmuştur. İmparatorluğun Viyana kapılarından Basra’ya, Kefe’den Habeşistan’a kadar gerçekleştirdiği fetihlerde de onların imzaları vardır. Devşirmelerden oluşturulan yeniçerilerin önemi ise, fetihlerin arkasındaki esas güç olmalarından değil, Osmanlı sultanının özel muhafız birlikleri olmalarından gelmektedir.
Âdil hukuk sistemi ve disiplinli ordu sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası refah ve barış içerisinde yaşamıştır. Osmanlı toplumu konusunda yapılan araştırmalar, Osmanlı toplum nizamının çağın diğer devletlerine model olacak mükemmeliyette olduğunu göstermektedir. Kuruluş döneminde farklı din, kültür ve ırktan reayayı, Osmanlı fetih siyasetinin ana unsuru olan istimâlet sayesinde birbiriyle barıştıran Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmed döneminde bu siyaseti, “Millet Sistemi” ile hukuki bir zemine oturtmuşlardır. Osmanlı Barışı (“pax-ottomana”), hangi ırk ve inanca sahip olursa olsun, herkesin huzur içinde yaşadığı bir toplum düzenini ifade etmektedir. Gerçekten de Osmanlı toplumu, barış, hoşgörü ve yardımlaşmanın en iyi yaşandığı bir toplumdur. Âşıkpaşazade’nin kuruluş günlerinin ilk fetihleri hakkında naklettiği “Bu dört pâre hisarları (Bilecik, Yarhisar, İnegöl, Yenişehir) kim aldılar, vilâyetinde adlü dâd ettiler, ve cemî’ köyleri yerlü yerine gelüp mütemakkin oldılar. Vakitleri kâfir zamanından daha eyü oldı. Zira bundaki kâfirlerin rahatlığını işidüp gayrı vilâyetlerden dahi adam gelmeye başladı” şeklindeki bu tespit ne kadar doğruysa, XVI. yüzyıl Osmanlı düşünürü Kınalızâde Ali Çelebi’nin “Farabî’nin tasarladığı bu erdemli ve mutlu şehirlerin Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) zamanında gerçekleştirildiğini” söylemesi de o kadar anlamlıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Kutadgu Bilig’in XI. yüzyılın ikinci yarısında çerçevesini çizdiği âdil devlet ve refah toplum anlayışı, en güzel ifadesini Osmanlı klasik döneminde bulmuştur. Bu ortamın gerçekleşmesinde önemli bir unsur da şüphesiz, Türk-İslâm devletlerinden miras alınan vakıf sisteminin Osmanlılar tarafından en iyi şekilde uygulanmasıdır. Bu ciltte yer alan, vakıf ve hayrat sistemini inceleyen yazılar, Osmanlıların bütün kentlerini adeta birer “vakıf imaret siteleri” ne dönüştürmeyi başardıklarını, bu sayede erdemli ve mutlu şehirler kurduklarını göstermektedir.
Diğer taraftan vakıfların iki cepheli kuruluşlar olarak toplumun çeşitli kesimlerine sosyal hizmet götürürken ekonominin lokomotif sektörü olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Nitekim vakıfların en önemli kuruluş amaçlarından birisi üretim yapmak ve gelir temin etmektir. Hatırlanmalıdır ki, vakıfların gelir kalemleri arasında köy ve mezralardan elde edilen vergiler kadar, hattâ daha önemli miktarda, kiralar, çiftlikler, orman ve zeytinlik işletmeleri, sinaî kuruluş kârları ve ikraz (borç verme) gelirleri de yer almaktadır.
Klasik dönem ekonomisi ele alınırken, tarımda timar sistemi, sanayide lonca sistemi, ticaret faaliyetlerin mekanizması anlatılmış; ulaşım ve haberleşme teşkilâtı menzilhaneler üzerinde durulmuş; Osmanlı para, fiyat ve maliye politikaları hakkında tahlil ve değerlendirmeler yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun asırlar boyu devam eden cihan hâkimiyetinin arkasında, hiç şüphesiz sağlam bir ekonomik sistemin bulunduğu unutulmamalıdır.
|