Sovyetler Birliği’nin Aralık 1991’deki tasfiyesi sadece nükleer tehdit altında yarım asırdan fazla hüküm sürmüş olan Soğuk Savaş’ı sona erdirmekle kalmamış; “biz ve onlar” arasında bir bölünme olarak özetlenebilecek ideolojik kutuplaşmanın da büyük ölçüde geçerliliğini yitirmesine vesile olmuştur. Bir başka ifadeyle, uluslararası sisteme hâkim olan bütün dengeler sarsılmış ve yeni değerler ortaya çıkarılması zârureti daha önce hiç olmadığı kadar güçlenmiştir. Bu durumun Türk Dünyası üzerindeki tezâhürleri ise çok daha farklı bir biçimde tecelli etmiştir.
75 senelik Sovyet idaresinin Türk halkları üzerindeki en önemli yansıması, yarattığı sun’î ancak fiilî kopukluktur. İsmail Bey Gaspıralı’nın bir zamanlar “İşte, fikirde, dilde birlik!” olarak çerçevesini çizdiği Türk halkları arasındaki yakın bağlar, Sovyet idaresinin tasarrufları ve küresel siyasetin dayatmaları neticesinde ciddî bir fasıla yaşamış ve ne yazık ki, hızla ilerleyen ve yenilenen bir dünyada zamanın gerisinde kalmıştır. İşte 1991 yılı tarihli gelişmeler Türk Dünyası’na bu açıdan yeni fırsatlar ve idarecilerine de bir o kadar mecburî görevler yüklemektedir. Birbirlerinden böylesine bir kopukluğun bunca sene sancılarını çekmiş Türk halkları bugün hür ve müstakil devletlerin vatandaşları olarak birbirlerini yeniden tanımaya çalışmakta; üç çeyrek asır boyunca karşılıklı hissiyâtları asla zincirlenememiş de olsa, aradaki pas tutmuş maddî bağları tekrar tesis etmenin yollarını aramaktadırlar.
Öte yandan, bağımsızlıklarını kazanmış Türk cumhuriyetleri sadece uluslararası sisteme mensup devlet sayısını arttırmakla kalmamış; kendilerini ve Türkiye’yi birleştiren ortak değerler ve aidiyet etrafında yeni küresel yapılanmaların da inisiyatifini üstlenmişlerdir. Nasıl bugün birleşik bir Avrupa’dan söz ediliyorsa; nasıl bir Arap Ligi uluslararası siyasetin önemli aktörlerinden biri olarak değerlendiriliyorsa; nasıl Amerikan Kıtası merkezli ekonomik entegrasyonlar önemi haiz ve çabaya layık olarak addediliyorsa, Türk halklarının ve devletlerinin de yeni yapılanmalara gitmeleri büyük ehemmiyet arz etmektedir. Bir birlik ise, önce dilde başlar. Dolayısıyla, ortak alfâbe özel bir ilgiye mazhar olmaktadır.
Türk Dünyası ve bağımsızlıklarını kazanmış Türk cumhuriyetleri bugün küresel dengeleri de etkilemiş; sahip oldukları zengin hammadde yatakları kendilerini uluslararası siyasetin ve jeopolitik beklenti ve hesapların tam merkezine oturtmuştur. Ancak her artan ilgi neticesinde, ihtiyat ve tedbire olan ihtiyaç da kuvvetlenmektedir. Dolayısıyla, XXI. Asrın yeni güç merkezlerinden biri olarak telakkî edilen Avrasya’da, özellikle de Türk cumhuriyetleri arasında, ortak güvenlik mekanizmaları bugün itibariyle bir zarurettir.
Bir ülkenin gidişatını, çözmeyi arzu ettiği sorunlarını, kendine biçtiği küresel rolü anlayabilmek için yapılması gereken ilk iş, o ülkede iktidarda bulunan devlet adamlarının düşünce ve zihniyeti ile etrafındaki kadronun yapısına bakmaktır. Dolayısıyla, Türk cumhuriyetlerinin nâşirler tarafından tasnifinde özellikle üzerinde durulan hususlardan birini, söz konusu kardeş devletlerin devlet başkanlarının yazıları teşkil etmektedir. Bu, birbirimizi anlamada yardımcı olacağı düşünülen bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir.
1918 senesinde Halil Paşa komutasındaki Kafkas İslâm Ordusu’nun yardıma koştuğu Mehmed Emin Resulzade’nin Azerbaycanı, aynı asrın sonunda bir başka büyük lider, merhum Ebulfez Elçibey liderliğinde XXI. Asra hür ve müstakil bir devlet olarak girmenin sağlam adımlarını atmıştır. Bu hürriyet yürüyüşünde millî bir uzlaşma sağlayan Azerbaycan Halk Cephesi’nin büyük rolü olmuştur. Ancak, kardeş Azerbaycan’ın geçiş süreci sancılı gerçekleşmiş; yaklaşık bir asırdan bu yana plânlı bir Ermeni tecâvüzünden muzdarip olan Azeri halkı Karabağ meselesi sebebiyle kendini yeni bir mücadelenin içinde bulmuştur. Bugün sadece Karabağ değil Azerbaycan topraklarının beşte biri de işgal altındadır. Öte yandan, bir şairler ve sanatkârlar diyârı olarak nitelendirebileceğimiz Azerbaycan’ın dil ve edebiyatına da özel bir önem atfedilmiştir. Unutulmamalıdır ki, imzaladığı petrol anlaşmalarıyla gelecekte müreffeh bir Azerbaycan tasarladığı aşikâr olan Haydar Aliyev iktidarında, Azerbaycan Latin alfâbesine geçen ilk Türk cumhuriyeti olmuştur.
Muhtar Avezov’un Kazakistan’ı bugün ulus devletin inşasında en ihtiyatla hareket eden Türk cumhuriyetidir; çünkü ülkede hatırı sayılır bir Rus nüfus mevcuttur. Üstelik, coğrafi konumu sebebiyle Çarlık istilasına en erken boyun eğmek zorunda kalmış Türk halklarından biri olan Kazaklar üzerinde Çarlık idaresinin asimilasyon siyaseti yıkıcı bazı etkilerde bulunmuştur. Ancak artan Kazak ulusal bilinci bu sorunların üstesinden gelecek bir durumdadır. Öte yandan, Çarlık devrinden bu yana canlı bir ticarî hayatın hüküm sürdüğü Kazakistan, bugün de zengin doğal kaynakları sebebiyle artan bir Batı ilgisine mazhar bulunmaktadır. Ülke Nursultan Nazarbayev’in önderliğinde büyük petrol şirketleriyle uluslararası anlaşmalar imzalayarak enerji kaynakları ile bu kaynakların uluslararası pazarlara ulaşımı tarafından şekillendirilecek XXI. Asrın önemli ülkelerinden biri olmaya adaydır.
Manas Destanı’nın ve Cengiz Aytmatov’un vatanı Kırgızistan eski Sovyet ülkeleri arasında en ilgi çekici ülkelerden biridir; çünkü ülke geçiş politikalarını büyük bir başarıyla gerçekleştirmiştir ve kıt kaynaklarıyla büyük işler başarmanın eşiğindedir. Başkan Askar Akayev’in entelektüel kişiliğinden feyz alan Kırgız dış politikası da çok faal bir seyir izleyerek diplomatik ilişkiler yelpazesini genişletmiş ve farklı uluslararası kurumların etkili bir üyesi olarak küresel siyasete yapıcı katkılarda bulunmuştur. Bu meyanda, Kırgızistan’ın Türkiye ile ilişkileri de özel bir önem kazanmaktadır. Öte yandan, geleneksel Kırgız kültürü ve Kırgız Türkçesi üzerinde özel bir hassasiyetle durulmaya çalışılmıştır, çünkü göçebe hayatın zenginleştirdiği Kırgız kültürünün Türk Dünyası’nın ortak kültürüne farklı bir katkısı olagelmiştir.
Coğrafî konumu, iktisadî zenginliği, nüfusu ve tarihî rolü sebebiyle Özbekistan Türk cumhuriyetleri içerisinde ilgiye mazhar bir başka ülkedir. 11 Eylül olaylarından bu yana yaşanan gelişmelerin ve Batı âleminin artan ilgisinin de bir kez daha gösterdiği üzere Özbekistan’ın bölgesel istikrara katkısı büyük önemi haizdir. Öte yandan, ülke diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinden farklı ve özgün bir seyir izlemektedir. Özbekistan’ın bu nev’i şahsına münhasırlığının önemli sebeplerinden birisini Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un izlediği ihtiyatlı bir siyaset teşkil etmektedir. Ulusal bağımsızlığa büyük önem atfeden, dolayısıyla Rusya ile ilişkilerde dahi kararlı siyasetinden ödün vermeyen Kerimov, iktisadî alanda da tamamen “kendi kendine yeterli bir Özbekistan” yaratmaya çalışmaktadır.
Halkının önüne sadece siyasî bir hedef koymayarak yazdığı kitapla Sovyet idaresinin unutturmaya çalıştığı ahlakî değerleri de hatırlatmaya gayret eden Saparmurat Niyazov, ülkesinin gelecekteki rolünü “bağımsız ve sürekli tarafsız” bir Türkmenistan olarak özetlemektedir. Nitekim, Türkmenistan 1991 yılından bu yana bu doğrultuda bir dış politika izlemekte; faal bir biçimde uluslararası siyasî hadiselerde rol alsa da, ulusal bağımsızlığa halel getireceği düşünülen tüm tasarruflardan imtina etmektedir. Türkmenbaşı’nın muhâyyilesinde öncelik ülkenin kalkınmasındadır. Dolayısıyla, bâkir topraklara sahip ve emsâlsiz atlarıyla ünlü Türkmenistan’da son yıllarda büyük çaplı bir bayındırlık (abadancılık) hamlesi başlatılmış ve tarih boyunca göçebe bir kültüre sahip Türkmen ulusu XXI. Asra müreffeh bir halk olarak girmenin sağlam adımlarını atmıştır. Öte yandan, karizmatik lider Türkmenbaşı’nın destek ve gayretleriyle Türkmen gençliğinin eğitimine büyük önem verilmekte; meselâ bilgisayarla öğretimin ülke çapında yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır. Ayrıca, Anadolu Türk kültürüyle büyük benzerlikleri bulunan Türkmen kültürünün farklı boyutları ve buradan hareketle dil ve edebiyâtı son olarak büyük bir ilgiyle incelenen bir başka konuyu teşkil etmektedir.
Her ne kadar uluslararası camia tarafından ısrarla gözardı edilmeye çalışılsa da, bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) siyasî bir varlık ve vakıa ve Anavatan Türkiye gözünde bağımsızlığından asla taviz verilmeyecek bir devlettir. Kıbrıs Türklerinin çileli mücadelesinin gelecek nesillerce kıymeti daha da iyi anlaşılacak lideri olan ve hayatını Kıbrıs davasına vakfeden Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önderliğindeki KKTC ve Kıbrıs davası bu cildin son konusunu teşkil etmektedir.
|