XVIII. yüzyıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu buhranı aşmak amacıyla başvurduğu ıslahat hareketleri ve Avrupa’yı daha iyi tanımak suretiyle gerçekleştirmeye çalıştığı değişim, şüphesiz Osmanlı toplum hayatını da çok yönlü olarak etkilemiştir. Klasik dönemde erkan-ı erbaa (ümera, ulema, esnaf ve tüccar, reaya) olarak adlandırılan ve toplumsal sınıflar arasında dengeleri bozacak geçişleri yozlaşma olarak değerlendiren anlayışa rağmen, yenileşme döneminde Osmanlı toplum yapısında köklü değişikler yaşanmıştır. Dönemin bir tasvirini yapan Defterdar Sarı Mehmed Paşa, bu değişime işaret ederken, reayanın askeri zümreye katıldığından, askerin esnaflık yaptığından ve ulemanın kayırmacılıkla makam sahibi olduğundan şikayet etmektedir. Ona göre reayanın “geyimde, atda ve pusatta asker gibi süs ve gösterişe” yönelmesi yozlaşmış bir toplumun göstergesidir.
Gerçekten de XVIII. yüzyılda Osmanlı diplomatlarının sıklaşan ziyaretleriyle esmeye başlayan batılılaşma rüzgarı, Ahmet Refik’in haklı olarak “Lale Devri” olarak isimlendirdiği dönemde zirveye ulaşmış, toplum hayatı sanatta, mimaride ve musikide önemli değişimler yaşamıştır. Batılı uzmanların (efrenciyan) ve muhtedilerin, başta orduda olmak üzere sayılarının artması, konsolosluk mensupları ve himayesinde olan kişilerin çoğalması, Avrupa adet, yaşam tarzı ve dünya görüşünün yavaş yavaş Osmanlı toplum hayatına nüfuz etmesine sebep olmuştur. XIX. yüzyıl başlarında Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin dönüşü ise toplum yaşantısında görülen batılılaşmayı hızlandırmıştır.
Sultan II. Mahmud’un memurlarına sarık yerine fes giymelerini emretmesi, değişimin müşahhas, fakat daha önemlisi devlet tarafından yönlendirilen bir toplumsal hareket olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Aynı yüzyılın sonlarında Batı tarzı yaşam İstanbul’dan başlayarak önemli Osmanlı liman kentlerinde gözle görülür şekilde fark edilmeye başlanmıştır. Beyoğlu’dan başlayarak açılan geniş caddeler, meydanlar, parklar ve Viyana ve Paris’dekilere özenilerek yapılan apartmanlar, avlu yerine caddeye bakan bahçeler Osmanlı şehir hayatının yeni değerleri haline gelmiştir. Osmanlı Sultanları bu değişime önder olmuşlar; Avrupa ülkelerine seyahat etmek, Fransızca öğrenmek ve klasik müzik dinlemek suretiyle bunu yaygınlaştırmışlardır.
Ne var ki yenileşme dönemi Osmanlı toplumunun büyük bir kısmı olumlu gibi görünen bu değişimden ve “modernleşme”den yararlanamamıştır. Artan mali yükümlülükler, uzayan savaşlar ve kaybedilen her toprak parçası insanların akın akın göç etmesine sebep olmuştur. II. Viyana ile başlayan, Kırım’ın kaybı ile şiddetlenen göç dalgası, 1877-78 Osmanlı Rus savaşı ile kritik bir aşamaya gelmiş, Balkan savaşları sonrasında ise dayanılmaz bir hal almıştır. Ekonomik istikrarsızlığın ve toprak kayıplarının doğurduğu bu göçler, yenileşme dönemi Osmanlı toplumunun en karakteristik özelliği ve talihsizliği olmuştur.
Bu dönemin bir diğer özelliği de Müslümanların toplumdaki üstün konumlarının “millet-i hâkime” kaybolmuş olması ve bunun doğurduğu sosyal problemlerdir. Osmanlı gayrimüslimlerinin statü ve ekonomik bakımdan ilerleme kaydettiği bu dönemde, Türkler ayrılıkçı hareketlerle, misyonerlik faaliyetleriyle, Avrupalı tüccarların önlenemez ekonomik çıkışı ile baş etmeye, muhafazakar toplum yapılarını korumaya çalışmışlardır.
Bu cildin ikinci önemli konusunu teşkil eden ekonomi, XVIII. yüzyılda çok farklı bir yapı kazanmıştır. Osmanlı timar sisteminin işlerliğini yitirmeye başlaması ve toprağa dayalı ekonominin yerini fiskalizme bırakması, en kayda değer değişiklikler arasında zikredilebilir. XVIII. yüzyılda merkezi otoriteyi işletemeyen ve mahalli idarecilere zoraki yetki devreden İmparatorluk, vergileri iltizam usulüyle toplamaya başlamıştır. Bu durum bir taraftan devletin daha fazla ve nakdi gelir elde etmesine, diğer taraftan halkın fakirleşerek büyük toprak sahiplerinin çiftliklerine sığınmasına yol açmıştır. 1700-1900 yılları arasını kapsayan dönem üzerinde yapılan araştırmalar, fiyatlarının sürekli arttığını, halkın mali yükümlülüklerinin çeşitlendiğini ve dayanılmaz boyutlara eriştiğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte yenileşme dönemi boyunca devletin bütçe açığı hiç azalmamıştır. Hazine, bir taraftan vergi gelirlerini arttırmak için para tağşişi (devalüasyon), müsadere, yeni vergiler koyma ve mevcut olanları yükseltme gibi yöntemlere başvurulurken, diğer taraftan mukataalar ömür boyu kaydıyla, kişilere peşin para karşılığında satılmıştır.
Yenileşme dönemin en karakteristik uygulamalarından birisi olan malikanelerin iltizamına, 1786 yılından itibaren mukataaların yıllık kârının hisse senedi şeklinde satılması anlamına gelen esham, başka bir deyişle, iç borçlanma senetleri verme uygulaması da katılmıştır. Bunu kağıt para çıkarılması ve dış borçlanma izlemiş, ancak elde edilen gelirlerin yerinde kullanılmaması yüzünden iflas eden devlet, dış borçlarının tasfiyesini “Düyûn-ı Umumiye İdaresi” ne, yani alacaklılarına bırakmak zorunda kalmıştır. Osmanlı ekonomisinde XIX. yüzyıl boyunca yaşanan dışa bağımlılık ve küçülme, devlet ekonomisine yabancı devletlerin el koyması ile sonuçlanmıştır. Kısaca, sanayi devriminin etkileri Osmanlı ekonomisi için tam bir yıkım olmuştur, denilebilir. Bununla birlikte bu dönemde olumlu gelişmeler de yaşanmıştır. XVIII. yüzyılın başından itibaren Avrupa ile gelişen ilişkiler ticaret hacminin gelişmesine, İzmir, Selanik, İskenderiye, İstanbul gibi şehirlerin zenginleşmesine, şirket ve ortaklıkların artmasına, bazı kağıt, çini ve dokuma fabrikalarının kurulmasına, ulaşım ve haberleşmenin gelişmesine de sebep olmuştur.
Yenileşme dönemi düşünce hayatı da bu ciltte ele alınmaktadır. Islahat ihtiyacının giderek artması ve Batı ile kurulan yakın temas, Osmanlı düşüncesinin klasik dönemden farklı gelişmesine yol açmıştır. XVIII. yüzyılın başlarında Fransa’yı ziyaret eden Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, batının tefekkür dünyasını Osmanlı toplumuna taşıyan ilk kişi olmuştur. Onun Aydınlanma çağı Fransa’sı hakkındaki tespitleri, Lale Devri Osmanlı aydınları arasında çok etkili olmuştur. Osmanlıların Viyana büyükelçisi Ebubekir Ratip Efendi ise yazdığı Viyana sefaretnamesi ile Avusturya aydınlanmasını Osmanlı toplumuna aktararak, Nizam-ı Cedid’ in şekillenmesinde rol oynamıştır. İlk Osmanlı daimi büyükelçisi Yusuf Agah Efendi ve sır katibi Mahmud Raif Efendi ise İngiltere’nin kültür ve düşünce ortamını gözlemleyerek başkente rapor etmiş, bu gözlemler Fransa yanında Tanzimat reformlarında İngiltere’nin de tesirinin doğmasına ortam hazırlamıştır. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı düşüncesi, Tanzimat’ın Osmanlı toplum hayatındaki sosyal etkilerinin yorumu ve değerlendirilmesi üzerinde odaklaşmıştır. Tanzimat ve ıslahat fermanlarının yarattığı etnik ayrımcılık, Türkler arasında Osmanlıcılık, İslamcılık ve sonrasında Türkçülük akımlarının birbirlerine etki-tepki şeklinde doğmasına yol açmıştır. Mustafa Reşit, Ali, Fuad Paşa ve Mithad Paşa gibi devlet ve fikir adamları Tanzimat hareketinin yaratıcı ve uygulayıcı olmuşlardır. Ahmed Cevdet Paşa, Sadık Rifat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi edib, yazar ve düşünürler ise bu döenmin sosyal, kültürel ve hukukî alt yapısını kurmuşlardır. Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp ise İttihad ve Terakki dönemiyle başlayan sosyal ve siyasi değişimin sentezini yaparak, Osmanlı Devletinde yeni bir devlet anlayışı ve dünya görüşü kazandırmaya çalışmışlardır. Bu dönemin fikir adamları Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal ve düşünce alt yapısının da hazırlayıcı olmuşlardır.
|